HER MEVSİM SU UÇTUĞU…
Yol başlangıçları. Acaba dedirten, İlerisinde neler var? Beni hangi bilinmeyen güzelliklere ulaştıracak? Gözüme ve gönlüme hangi zenginlikleri kazandıracak? Beklentisi içerisine gark eden sorgulamalar olmuştur.
Gönlümün Turnalığı yüzünden neler yaşamadım ki? Onun turnalıkları beni, Ne zaman –Nereye ve Nasıl bir yolculuğa çıktıysam, insan ayağının daha az değdiği, insan gözünün daha az gördüğü, renklerin çiçeklerde harmanlanıp endemik yapılanmaya sahip olan, zengin memleket köşelerine taşıdı.
Memlekete çoban lazım olunduğunda, Kendisine gidilip, Köy sakinlerinden çoban tutulması görenek haline gelen, İlçemizin Çobanözü köyü, bir ilköğretim okulunun öğrenci potansiyelini her zaman karşılayabilecek yapıya sahip olmasına rağmen okullaşma yani eğitim alanında beklenilen seviyeyi tutturamayan köylerimizdendir. Köyün belleklerde kalan en önemli özelliği girişinde, mezarlığın içerisinde ve yola bakan sol alt kıyısında yer alan, Dallanış şeklinden dolayı halk dilinde ÇADIRÇAM diye ifadesini bulan, son günlerde de kurumaya yüz tutan bu çam ağacıdır. Heybetli bir görüntüye sahip olan bu ağaç hakkında, 1941 yılında Sivas il merkezinde yayımlanan 4 Eylül gazetesinde, Köy halkınca değerlendirilme davranışlarına dair bir yazının yayımlandığı, Bir lions kulübü yayımı olan Afyon bibliyografyasın da geçmektedir.
Köyün içinden Çarıkören’e doğru giden yolu takiben, köy çıkışından sonra, Yolumuzun sol üst yanına düşen bir çeşmeye rastlarız. Çeşmenin tam karşı tarafından, Çarıkören den gelen dereye karışan başka bir büyük dere daha var. Su uçtuğu deresi deniliyor. Bir Temmuz akşamıydı. Gene yorgun bir şekilde Çarıkören tarafından alışılmış gezilerimden dönüyordum. Bu dereyi yani Su uçtuğu deresinin sonunu merak ettim. Hemen gidip görmeyi kararlaştırdım zamanın darlığına rağmen. Bu istek beni, Vergi tahsildarının borçluyu gördüğünde para tahsil etme, Tiryakinin sigara izmaritine karşı olan zaafı ve de Günahın oluşmasını bekleyen şeytana döndürüyordu adeta. Kah dere yamaçlarından kah dere tabanındaki suya bata çıka derenin dip çatına doğru varırken üç yüz dört yüz metre berilerden, Yukardan düşen su sesleri duyuluyordu. Düşen suyun yanına vardığımda, Su yatağının kayadan oluştuğunu, zamanın ve suyun etkisiyle, akış yerinin alt tarafının oyularak aşınması sonucunda, Suyun yüksekçe bir yerden düşebileceği doğal bir yapılanmanın oluştuğu görülüyor. Suyun düştüğü yerin arka yanı adeta girme balkonu andırıyor. Yüksek sese dayanamayan beynimin gayri ihtiyari olarak bu sesi dinlemeye koyulduğunu ve dinledikçe dinlendiğinin farkına bile varamadım. Yeterli seyir ve dinlenmeden sonra, dönüşe geçtiğimde zaman darlığı nedeniyle hızlı bir şekilde çevreyi gözlemlemeye başladım. Bu derenin oldukça zengin bir bitki çeşidini barındırdığını gördüm neler yok ki.?
Toros çamı, (Dipten çok dallı, iğne yaprakları daha uzun ve daha koyu yeşil renge sahip bir çam türüdür) Yaban kavakları, Ateş dikenleri, Kuşburnu çeşitleri ki pembe-beyaz ve sarı açanları, Meşe ve piynar çeşitleri, Çalı fındıkları, Geyik elmaları, Antep fıstığının yabanisi olan ve Melenkeş adıyla bilinen türler, Kayseri Yahyalı da şenliği yapılan Girebolu meyvesi (böbrek taşlarının düşürülmesi tedavisinde kullanılırmış), Güneydoğu Anadolu Mutfağının ve Akdeniz –Çukurova mutfağının vazgeçilmez baharatlarından olan Ekşi sumak bitkisi, Kekik ve Menekşe çeşitleri, Çobanözü köyü halkının adlandırması ile Kırbağı denilen Pembe –sarı-beyaz renkte çiçeklere sahip hanımeli türleri, Mor çiçekli ada çayları, Dağ çilekleri, İnce kabuklu ve güz aylarında ermeye başlayan turşu erikleri, Fındık gülleri, Çuha çiçeklerini sarıları, Soluk renkli sahlep soğanları, bodur söğütler, Akasya ve Ilgın türleri, Döngeller ki, turna gönlümün gözüne takılabilenlerdi.
Bu çok renkli memleket köşesine yılın her mevsiminde yolumu düşürdüm. Bahar –yaz- kış ve güz aylarının bu dereye ayrı ayrı katmış oldukları güzellik ebrulanmalarını her yıl seyretmeyi alışkanlık haline getirdim. Mevsim değişikliklerini takiben gönül turnalığı beni hiç rahat bırakmıyor. Mutlaka mevsimlere bağlı olarak sergilenen bu cümbüşlenmeyi görmem bir borç oluyor sanki. Kış ve güz aylarının sağlamış olduğu doğal dekorlanmalar karşısında, insanda sulu boya resim çalışmasına acilen başlaması gerekiyor gibi bir zorunluluk hissini doğuruyor. Bu arada dere yatağından gelen ve yukarıdan düşen sudan gelen seslerle de ellerinizin kesinlikle bir müzik aletini aradığının farkına bile varamazsınız. Kış aylarında ise Suuçtuğunun manzarası karşısında kendinizi ya mini bir Pamukkale de ya da sarkıtlardan oluşmuş bir mağara çarşısında zannedersiniz.
İnsanlara gelince. Hepsi de can dostu insanlar, Çerkezoğlu, Sallantıların Hasan ağa, Eski muhtarlardan ve benimle gezilere katılan Ramazan Ceylan, Köy sakinlerinden Fevzi Benek, Muzaffer Kaplan, Süllü ve daha bir çokları. Köy insanları mevki adlarını kendilerine soy adı olarak almışlar. Sarıkaya-Aktaş gibi. Mevkileri, O mevkilerde geçen olayları oralara isim olarak vermek koşuluyla isimlendirmişler. Suuçtuğu – Ayıöldüğü – Kızkaçtığı – Herifin öldüğü dere gibi. Çevreleri ile uyum sağlayarak bütünleşip Mutluluğun hilesizini yakalayan insanlarla bir arada zaman tüketmek gerçekten de güzel.
Buyurmaz mısınız.?
Kaynak: sinanpasa.net
Yol başlangıçları. Acaba dedirten, İlerisinde neler var? Beni hangi bilinmeyen güzelliklere ulaştıracak? Gözüme ve gönlüme hangi zenginlikleri kazandıracak? Beklentisi içerisine gark eden sorgulamalar olmuştur.
Gönlümün Turnalığı yüzünden neler yaşamadım ki? Onun turnalıkları beni, Ne zaman –Nereye ve Nasıl bir yolculuğa çıktıysam, insan ayağının daha az değdiği, insan gözünün daha az gördüğü, renklerin çiçeklerde harmanlanıp endemik yapılanmaya sahip olan, zengin memleket köşelerine taşıdı.
Memlekete çoban lazım olunduğunda, Kendisine gidilip, Köy sakinlerinden çoban tutulması görenek haline gelen, İlçemizin Çobanözü köyü, bir ilköğretim okulunun öğrenci potansiyelini her zaman karşılayabilecek yapıya sahip olmasına rağmen okullaşma yani eğitim alanında beklenilen seviyeyi tutturamayan köylerimizdendir. Köyün belleklerde kalan en önemli özelliği girişinde, mezarlığın içerisinde ve yola bakan sol alt kıyısında yer alan, Dallanış şeklinden dolayı halk dilinde ÇADIRÇAM diye ifadesini bulan, son günlerde de kurumaya yüz tutan bu çam ağacıdır. Heybetli bir görüntüye sahip olan bu ağaç hakkında, 1941 yılında Sivas il merkezinde yayımlanan 4 Eylül gazetesinde, Köy halkınca değerlendirilme davranışlarına dair bir yazının yayımlandığı, Bir lions kulübü yayımı olan Afyon bibliyografyasın da geçmektedir.
Köyün içinden Çarıkören’e doğru giden yolu takiben, köy çıkışından sonra, Yolumuzun sol üst yanına düşen bir çeşmeye rastlarız. Çeşmenin tam karşı tarafından, Çarıkören den gelen dereye karışan başka bir büyük dere daha var. Su uçtuğu deresi deniliyor. Bir Temmuz akşamıydı. Gene yorgun bir şekilde Çarıkören tarafından alışılmış gezilerimden dönüyordum. Bu dereyi yani Su uçtuğu deresinin sonunu merak ettim. Hemen gidip görmeyi kararlaştırdım zamanın darlığına rağmen. Bu istek beni, Vergi tahsildarının borçluyu gördüğünde para tahsil etme, Tiryakinin sigara izmaritine karşı olan zaafı ve de Günahın oluşmasını bekleyen şeytana döndürüyordu adeta. Kah dere yamaçlarından kah dere tabanındaki suya bata çıka derenin dip çatına doğru varırken üç yüz dört yüz metre berilerden, Yukardan düşen su sesleri duyuluyordu. Düşen suyun yanına vardığımda, Su yatağının kayadan oluştuğunu, zamanın ve suyun etkisiyle, akış yerinin alt tarafının oyularak aşınması sonucunda, Suyun yüksekçe bir yerden düşebileceği doğal bir yapılanmanın oluştuğu görülüyor. Suyun düştüğü yerin arka yanı adeta girme balkonu andırıyor. Yüksek sese dayanamayan beynimin gayri ihtiyari olarak bu sesi dinlemeye koyulduğunu ve dinledikçe dinlendiğinin farkına bile varamadım. Yeterli seyir ve dinlenmeden sonra, dönüşe geçtiğimde zaman darlığı nedeniyle hızlı bir şekilde çevreyi gözlemlemeye başladım. Bu derenin oldukça zengin bir bitki çeşidini barındırdığını gördüm neler yok ki.?
Toros çamı, (Dipten çok dallı, iğne yaprakları daha uzun ve daha koyu yeşil renge sahip bir çam türüdür) Yaban kavakları, Ateş dikenleri, Kuşburnu çeşitleri ki pembe-beyaz ve sarı açanları, Meşe ve piynar çeşitleri, Çalı fındıkları, Geyik elmaları, Antep fıstığının yabanisi olan ve Melenkeş adıyla bilinen türler, Kayseri Yahyalı da şenliği yapılan Girebolu meyvesi (böbrek taşlarının düşürülmesi tedavisinde kullanılırmış), Güneydoğu Anadolu Mutfağının ve Akdeniz –Çukurova mutfağının vazgeçilmez baharatlarından olan Ekşi sumak bitkisi, Kekik ve Menekşe çeşitleri, Çobanözü köyü halkının adlandırması ile Kırbağı denilen Pembe –sarı-beyaz renkte çiçeklere sahip hanımeli türleri, Mor çiçekli ada çayları, Dağ çilekleri, İnce kabuklu ve güz aylarında ermeye başlayan turşu erikleri, Fındık gülleri, Çuha çiçeklerini sarıları, Soluk renkli sahlep soğanları, bodur söğütler, Akasya ve Ilgın türleri, Döngeller ki, turna gönlümün gözüne takılabilenlerdi.
Bu çok renkli memleket köşesine yılın her mevsiminde yolumu düşürdüm. Bahar –yaz- kış ve güz aylarının bu dereye ayrı ayrı katmış oldukları güzellik ebrulanmalarını her yıl seyretmeyi alışkanlık haline getirdim. Mevsim değişikliklerini takiben gönül turnalığı beni hiç rahat bırakmıyor. Mutlaka mevsimlere bağlı olarak sergilenen bu cümbüşlenmeyi görmem bir borç oluyor sanki. Kış ve güz aylarının sağlamış olduğu doğal dekorlanmalar karşısında, insanda sulu boya resim çalışmasına acilen başlaması gerekiyor gibi bir zorunluluk hissini doğuruyor. Bu arada dere yatağından gelen ve yukarıdan düşen sudan gelen seslerle de ellerinizin kesinlikle bir müzik aletini aradığının farkına bile varamazsınız. Kış aylarında ise Suuçtuğunun manzarası karşısında kendinizi ya mini bir Pamukkale de ya da sarkıtlardan oluşmuş bir mağara çarşısında zannedersiniz.
İnsanlara gelince. Hepsi de can dostu insanlar, Çerkezoğlu, Sallantıların Hasan ağa, Eski muhtarlardan ve benimle gezilere katılan Ramazan Ceylan, Köy sakinlerinden Fevzi Benek, Muzaffer Kaplan, Süllü ve daha bir çokları. Köy insanları mevki adlarını kendilerine soy adı olarak almışlar. Sarıkaya-Aktaş gibi. Mevkileri, O mevkilerde geçen olayları oralara isim olarak vermek koşuluyla isimlendirmişler. Suuçtuğu – Ayıöldüğü – Kızkaçtığı – Herifin öldüğü dere gibi. Çevreleri ile uyum sağlayarak bütünleşip Mutluluğun hilesizini yakalayan insanlarla bir arada zaman tüketmek gerçekten de güzel.
Buyurmaz mısınız.?
Kaynak: sinanpasa.net